Büyük B e y’ i Hatırlarken ve Yerde Kalmış Türk Kanı


Büyük   B e y’ i   Hatırlarken (Anadolu türkcesinde)

            Yurtların kaderi evlatlarınınki gibidir; Azerbaycan Türkleri tarih boyunca zulüm çekmiş, savaşlarda ayaklar altında kalmış, tıpkı vatansever evlatları gibi paramparça  olmuşladdır: Babek vücudu parçalara ayrılarak, M.E.Resulzade ömrünün sonuna kadar mühaciretde vatan, istiglal hasratıyla yanarak, son nefesinde üç kez  “Azerbaycan” diyerek, Hüseyin Cavid Sibirya çöllerinde donarak, ama vatan sevgisinden  ve düşüncelerinden hiç ama hiç taviz vermeden can vermişlerdir. Ebülfez Elçibey,  konuşmalarından meydana gelen  “Bu Menim Taleyimdir” adlı kitabında, milletin azatlığı için ölümüne mücadele etmek ve bundan dolayı hapishanelerde  yatmanın  kendi  kaderi olduğunu söylemiştir. Onu yakından tanıyanlar, onun gerçekten vatan-millet için  her şeyini verebilen büyük bir insan olduğunu bilirler. Tanınmış Azerbaycan şairi Bahtiyar Vahapzade bir şiirinde şöyle diyor: 

                                         Yaşamak yanmaktır, yanasan                                                                                         
                                         Hayatın manası yalnız ondadır.                                                      
                                         Eğer şam yanmırsa yaşamır demek,                                             
                                         Onun yaşamağı yanmağındadır.


       Ebülfez Elçibey de bir mum gibi  yanarak milletinin meşalesi oldu. Bu meşale, benim ve benim gibi binlerce gencin  “yeniden doğmasına”  yani hayatının anlamının değişmesine neden olmuştur. Nasıl mı?                                                                                                              
      70.li yıllarda genç bir doktor olarak çalışmağa başladığım zaman Rusça  yazar və konuşur, iki yıllık Millî Demokratik Devletimizin Rus Kızıl Ordusu tarafından sapı kendimizden olan baltaların-kandırılmışların yardımı ile işgâl edildiği günü (27 nisan 1920) bayram olarak kabul eder, bu devletin kurucularını hemçinin Müsavatçıları  “halk düşmanı”,  Lenin  ve Stalin’i babamız bilir, Komünist Partisi’ni methederdik.  Tıpkı doğduğu gün caminin avlusuna atılmış, başkaları tarafından bulunup büyütülen, gerçek anne ve babasını tanımayan, geçmişini bilmeyen biri gibi. Sözün asıl manasında Sovyet idioloqları tafafından mankurtlaştırılmıştık. Yüzbinlerce genç aynı durumdaydı. O zaman Elçibey ve arkadaşları korku ve zorluklara göğüs gererek gerçekleri bu nesle anlatmaya, unutturulmuş hafızasını yeniden canlandırmaya başladılar. Bunda, o zaman Elçibey’in Prof. Ziya Bünyatov'la Azerbaycan Akademisi’nin Elyazmaları Enstitüsü’nde çalışarak saklı belgelere
ulaşabilmeleri de etkili olmuştur.  O, daha sonra, Rus İmparatorluğunun zayıflaması ile milyonlarca Azerb. türkünün meydanlara çıkarak millî azatlık mücadelesine kalkmasını yönetenlerden biri hetta birincisi oldu.
      Büyük Bey, ( sağlığında, biz ona böylə hitab ederdik. Və bundan sonra da həp böyle anaracağız) şu meziyetleri ve hizmetleri ile önder oldu, ölümsüzler arasına katıldı ve ben onu bu meziyetleriyle hep hatılayacağım:
          O, Büyük bir Türkçü idi:
      - Konuşma ve yazılarında   XX yy. başlangıcında Ali Bey Hüseyinzade tarafından ortaya atılmış, Ziya Gökalp tarafından bir ideale  dönüştürülmüş,  Mehmet Emin Resulzade’nin  siyasallaştırdığı, bir bayrak haline getirip devlet  kurduğu  "Türklük, Demokrasi, İslam"  idealini ve Atatürk devletçilik tecrübesinin çağdaş yorumunu yapmıştır.
      - Türklerin Ermeni, Fars ve Çinlilerle karşılıklı tarihlerinin öğrenilmesi ve araştırılmasında önemli katkıları olmuştur.
      - Azerbaycan devlet dilinin Türk dili olarak yasallaşmasında, Türk dilinin ve Latin alfabesinin gelişmesinde başkaları  gibi sözde değil, işte büyük katkıları olmuştur.
      - Türkiye hayranı idi. 1993’de, yakın dostum 19.dönem Milletvekili Dr. Seyfi Şahin’e, Elçibey cumhurbaşkanı iken, Türkiye’nin yapabileceği yardım teklifine verdiyi cevap aynen şöyledir: “Bizler sıkıntıya girebiliriz; ama bizim için Türk dünyasının yıldızı olan Türkiye herhangi birbelayagirmemelidir”.                                                                                      
      - Türk-İslam felsefesine kendine özgü  katkıları olmuştur. İslam’ın  daha çok barıştırıcılığı ve insan ahlakında eğitici rolünü vurgulamıştır.
      - Onun şaheserlerinden biri de Bütov Azerbaycan uğrunda verdiği mücadelesi idi. Asrımızın milletler asrıdır. Türk     dilli devlet ve topluluklarının da birçok  problemlerini çözmek, dünyada hak ettiği yeri bulmak için bir araya gelmek,    Umum Türk Evi gibi güçlü  bir birlik oluşturmak doğal hakkıdır ve başkalarına kıyasla daha fazla imkâna sahiptir, diye düşünüyorum. Kökleri Türkistan’dan başlayıp dalları Anadolu’ya uzanan Batı-Doğu Türk Birliği ağacının gövdesi Azerbaycan’dır. Azerbaycan’ın önemi sadece jeopolitik konumu ve  doğal zenginliğiyle değil, Nevruz bayramı gibi Türk millî örf-adetlerine, diline çok bağlılığı; sanatın her sahasındaki varlığıyla da, Türk Birliği’nin yolu Bütöv Azerbaycan’dan geçer. Kimilerine fantastik gibi görünse de bu Evi kurmak Büyük Bey’in amacıydı. Bu ideal ve onun uğrundaki mücadele, onu Türk Dünyası’nın liderlerinden biri yapmıştı. O, 1996’da Nahçivan'da göz hapsindeyken, İzmir’de yapılan ve Amerika’da yaşayan Türklerden Saka Türklerine kadar tüm Türk devlet ve topluluklarının katıldığı Türk Halkları Kurultayı’nda “Onur Başkanı”  seçilirken tüm temsilciler bunu yarım saat ayakta alkışladılar. O, Türk Halkları Asamblesi’nin  Fahri Başkanı,  Avrasya Ödülünün sahibi idi.
      - Ebülfez Beyin en büyük hizmeti, çox büyük fedakarlık yaparak Rus Ordusunu Vetenimizden çıkara bilmesi   olmuşdur. Postsovet mekanında büyük devletlerin de, cabasına rağmen Gürcüstan, Maldova kibi respublikalar Rus Ordusunu bu gün de öz ülkelerinden çıkara bilmirler və gözüken bu ki, bu hala uzun sürecek. 
          Ebülfez Bey çok büyük demokrattı:
      Bir örnek vermek gerekirse; 16 haziran 1989 Bakü’de yarı yasal şeraitte geçirilen AHC’nin kuruluş konferansında o, AHC’nin başkanlığına seçildi. Tartışmalarda serbest ortam oluşsun diye, başkan olmasına rağmen, Bey, sadece temsilci fonksiyonu taşıyor, hatta  kararların onayında oy kullanma hakkına bile sahip bulunmuyordu.
         Geniş kalpli bir insandı:
      Haydar Aliyev'in hakimiyete getirilmesinde Bey’in çok yardımı olmuştur. Haydar Aliyev  hakimiyete geldikten sonra  onu  ve arkadaşlarını yok etmeğe çalışmıştır. Tüm bunlara rağmen, onun Haydar Aliyev’e hiç kini olmadı, meşru yollarla mücadele  etmeyi tercih ederdi. Hep tavsiyesi şuydu: ‘’Önce iyi insan olmaya çalışın; iyi alim olmak kolay, iyi insan olmak çok zordur’’.
          Bey birleştirici bir karaktere sahipti:
      Onun Bakü’ye gelişi ile muhalefet cephesinde Demkongres etrafında birleşmeğe doğru bir gelişme vardı. Ama onun ölümüyle hatta AHCP parçalandı, hem de  Azerbaycan  Demokrasisi için çok önemli bir sınav aşamasında.
          Büyük Bey çok dost canlı ve dostluğa sadık  bir insandı:
      - O dostlarını sevdiği gibi etrafındakiler da onu çok severdi. Ölümünden az önce söylediklerin dikkat edin: “... mende xerçenk (kanser) hastalığının olduğunu bilip üzüme bakmağa azap çeken dostlarım, size bu azabı verdiğim için bağışlayın.”  Bey’in hastalığını uzun süre kendinden ve milletten saklı tutan bu dostlar, bir doktor olarak bana göre, kendileri de    farkında olmadan yanlış yapmışlar; Bey gibi Büyük İnsanların hastalıklarını bilmesi gerekirdi.
      - Hayranlarından biri olan, çocuğunun adını  Elçibey koyan Elman Türkoğlu’nun     ağlamaktan gözyaşı da kurumuş,  her gün sabahın erken saatinden ta gece saat üçe dörde kadar Bey’in mezarı başında nöbet tutuyor. "Ben onun    askeriydim, Paşasız yaşayamam”  diyor.
      Elçibey’in Bakü’deki cenaze törenininde herkesin, hatta onu zamanında dinlemeyenlerin ve üzenlerin,  göz yaşlarına boğulduğunu görünce bana göre derin anlamı olan  bir olayı hatırladım: Naxçıvannln Şahbuz ilçesinde hekim gibi     çalışırdım. Çok ağır bir hastamın Rusya’da çalışan biricik oğlu, defalarca çağrılmasına rağmen gelmedi, zavallı anne   ‘Rahim! Rahim’ diyerek can verdi. Öldü haberini aldıktan sonra oğlu geldi ve çok masraflı bir cenaze töreni düzenledi;  annesine pahalı  bir mezar yaptırdı. O zamandan hiç unutamadığım ve zaman-zaman tekrarlanmasına şahit olduğum bu     tür olaylar insanı düşündürüyor: neden biz Türkler  insanlar öldükten sonra onlara daha çok değer veriyoruz?
     Bazı önemli tablolara yakından bakarken çok şey anlaşılmaz, uzaktan bakmak gerek. Ebulfez Bey de zaman geçtikçe daha iyi anlaşılacak  ve daha çok anılacak  diye       düşünüyorum. Nedense, Bey’in ruhu karşısında hep beni rahatsız    eden bir suçluluk duygusu şimdi beni daha çok sıkıyor; 1992‘de   AHC’nin yaptığı yanlışlıklara karşı itiraz ederek Nahçivan’da  26 kişi AHC-den ayrılarak Azerbaycan Demokratik Partisini (ADP) kurmuştuk. Bey’in cumhurbaşkanlığı seçimlerinde  “AHC hakimiyete gelmeğe hazır değil”  gerekçesi ile, parti olarak seçimlere katılmama kararı almıştık. Ben     o zaman     kararın eleyhine oy kullanan tek kişi olsam da, kararın gerekcesini doğru bulsam da, bunun Beye karşı bir haksızlık olduğunu düşünür ve rahatsız oluyorum.
      Büyük Bey’in ölümünü duyunca içim sızladı. Bu hissi  bir kaç ay önce  “Azatlık”(Emperyalist zulümden kurtulduktan sonra ilk resmi azat yazılı basın organımız) gazetesinin kurucusu ve redaktörü olan, tanıyanlarının kalbinde hep yaşayacak, gerçekten büyük insan Necef Necefov’un ölüm haberini duyunca da yaşadım. Büyüklerin talihleri nasıl da birbirine benzer; Necef Bey de vatanın dertlerine dayanamadı; tıpkı Elçibey gibi kansere yenik düştü.Bu iki büyük insanın varisi olarak, bugün Azerbaycan’da demokrasinin dayanağı  yazılı basındır. Şimdi Azerbaycan’ın  her şeyden çok millî birliğe, orduya, iktisadi kalkınmaya ihtiyacı var; bütün bu konularda başarılı olmak da ancak demokrasi ile mümkündür. Kanaatimce demokrasi hem araç hem de amaç olmalıdır.
      Bey’in ve Necef Necefov’un  sadık devamçılarından olan “Yeni Müsavat”  gazetesinin baş redaktörü Rauf Arifoğlu tutuklanmıştır. Rauf Bey’i  şahsen tanırım, ona yöneltilen suçlamanın doğru olacağını hiç düşünmüyorum. Görünen o ki, Azerbaycan şimdiki iktidarı  demokrasiyi tamamen yok etmek istiyor. Ne yazık ki,  “NewYork Times’’ gazetesi dahi Rauf Bey hakkında yazı yazmasına rağmen, Türkiye’de beklenen tepki yoktur.  
      Büyük Bey’in ruhunun şad olmasını istiyor isek, onun ideallerini yaşatmalı, arzularını gerçekleştirmeye çalışmalı, başladığı mücadelesini sonuna kadar devam ettirmeliyiz; Kuzey Azerbaycan’ı, demokrasisini güçlendirerek demokratik   ülke durumuna getirmeli, Birleşmiş Azerbaycan’ı yaratmalı, Geniş Türk Birliğini inşa etmeliyiz.           
      Ebulfez  beyin hatırasını ebedîleştirmek için canı kadar sevdiği Türkiye’de ona anıt yapılmalıdır.                          
      Kadirbilir Türk Milleti ve Tüürkiye Cumhuriteti Devleti’nin, onun anısını Ankara, İstanbul, İzmir, çok sevdiği Kayseri, Antalya, Samsun, Trabzon, Erzurum, Kars ve Iğdır gibi şehirlerde yaşatacağına, adının meydanlara, parklara ve caddelere verileceğine yürekten inanıyor, ilgili ve yetkililerin harekete geçmesini bekliyorum.     Ruhu şad olsun!...     
Austos 2000, Kayseri.
                                                                             

          E. Elçibəy, Pr.Dr.Osman Ceyhan, Pr.Dr. Ali Soyer, Doç. Abdulkadir     Yuvalı,  Dr. Tahir Özakkaş,  Dr. Ələkbər Zeynili, !994, Kələki kəndi



Yerde Kalmış Türk Kanı (Türkiye türkcesinde)

Ölüm ‘’İnsan hayatı’’ adlı türkünün son sözleridir. İnsanlar kibi ölümler də farklı oluyor. Şehit olmak ise hem ahireti kazanmak, hem de kalplerde yaşamak demektir. Vatan uğruna şehit olabilme zirvesine ulaşabilen insan yetiştirme, milletin kalite göstergesi olsa gerek. Çünki toprak, uğrunda ölebilen varsa ve gerektiğinde şehit kanı ile sulanırsa Vatandır!... Şehitlerimiz önünde diz çöker, Allah’dan Onlara Rahmet, tüm Türklere baş sağlığı dileriz.

10 yıl önce Azerbaycan halkının hatırasına ‘’Kara Yanvar’’ olarak kazınan ocak ayının 19’nu 20’sine bağlayan gece saat 00 20’de Sovyet Ordusu o zaman uymak zorunda olduğu tüm yasa ve kuralları barbarcasına çiğneyerek kendi paramızla yapılmış, kendi petrolümüzle doldurulmuş ağır teknik araçlar, tırtırlı tanklar ve savaş gemileri ile Baküye saldırdı. Bu ‘’kara gün”leri hatırlamak hem çok acı verici, hem gurur verici ve hem de çok zaruridir: Acı vericidir, çünki, Azerbaycan’a hiç unutulmayacak ağır insani, maddi, manevi zarar verdi; gurur vericidir, çünki, kanlı imparatorluk amacına ulaşamadı Kuzey Azerbaycan’da Milli Azatlık Harekatını (MAH) yok edemedi, tam tersinə bu vahşilik, bu acı Azerbaycan türklerini bağımsızlık uğrunda daha sıx birleşmeye sevk etdi; zaruridir, çünki, bu olay hiç ama hiç unutulmamalıdır; tarihimiz boyu başımıza gelen bir çok facialar hep unutkanlığımızdan kaynaklanmıştır.

Olayın nedenleri:

1.Genel ve geniş açıdan bakarsak, bu, emperyalizmle ona baş kaldıranların kanlı ve acımasız bir mücadelesi idi.

Çarizmin sükutundan sonra Lenin, Markisizmi reforme ederek, halkları, özellikle işçi-köylü kütlelerini, sosyalizm-komünizm idealleri ile kandırarak imparatorluğu yeniden diriltti. Garbaçov ‘’yeniden kurma’’ ve ‘’açıklık’’ (qlasnost-aşkarlık) adı altında demokratik düzenlemeler yaparak İmparatorluğu yeniden berpa etmeye kalkıştı. Ama Lenin gibi başarılı olamadı, halkların karnı yalanlara toktu. O zaman Emperyalizm asıl yüzünü göstrmeye başladı: 1986’da Kazakistan’da Jeltoksan olayları, 1989’da Tiflis’te, çok sonralar Çeçenistanda katliamlar yapıldı. Yani, yani bilinmesi gereken şu ki, bir kere bu tür barbarlıklar Rus emperyalizmi için yabancı değil.

2. Rus, Kafkasya’da çok önemli jeopolitiğe sahip, doğal kaynaklar bakımından çok zengin, bir araya gelirlerse (gerçi zor görünüyor) dünya gücü oluşturacak Türk Dünyası için kilit konumunda olan Azerbaycan’ı, ne pahasına olursa olsun, kaybetmek istemezdi. Hem de, Azerbaycan’ın ayrılması, Varşova Paktı’nın çökmesinden sonra Sovetler Birliği’nin dağılması demekti; Nasıl ki şimdi Çeçenistan’ın ayrılması Rusya Federasyonu’nun parçalanmasını kaçınılmaz kılar.

3. Halklar (SSCB’de 230 civarında farklı dil konuşan topluluk vardı) milli deyerlere söykenen, esil demokrasinin hakim olduğu ülkelerinde insanca yaşamak arzusu içindeydiler. Asırlar boyu ezilen, paramparça olan Azerbaycan türkleri de önce Ermeni hayasızlığına karşı olan mücadelesini her tür fitne-fesat kaynağı emperyalizme karşı çevrilmişti. Elçibey’in önderliğinde Azerbaycan Halk Cephesi aparıcı rol üslenmişti. Mart 1990’da, Azerbaycan Parlamento seçimini AHC’nin kazanması büyük ihtimal idi. Rus yönetimi bu harekatı yok etmek için Milli Azatlık Harekatını doğal ve demokratik mecrasından saptırarak, onu kasıtlı olarak radikalleştirdi, zor kullanmağa ortam yaratdı, tecrübesiz halkı buna sevketti. Belelikle, hem özünün vahşi baskınına hakk kazandırmak amacı ile uluslararası arenada azerbaycan rürklerini sivil yöntemlerle idare olunmayan, isyançı halk kibi gösterdi, hem de eli yalın halkı kendinin alışık ve güçlü olduğu alana-savaş alanına çekti.

Dikkat buyurun, 19.01.1990’da Sovetlerin Ali Organı Bakü’de, saat 00’dan başlayarak olağanüstü hal kararı veriyor. Ordu, ocağın 19’unda saat 21.00’den şehre saldırmaya başlıyor, halka haber verilemesin diye Az.TV patlatılıyor, halka olmazın divanı tutultuktan sonra sabah saat 7’de olağanüstü hal ilan ediliyor. Kısacası olayın mekrli bir plan olduğu ortada.

Olayın Sonuçları: Çoğu alkol almış, aralarında Ermeni asıllı Türk düşmanları da blunan vahşiler çocuk-kadın, hemşire-doktor dahil karşısına çıkan herkesi tanklar altında ezdi, kurşuna dizdi. Sonuç: 170 ölü (çocuk, kadın ve yaşlılar dahil), 744 yaralı, 400 civarında kayıp ve bu kuru rakamların bile belini bükebilecek milyonların ağıt sesi, ana feryatları, ‘’karanfil göz yaşları’’.

AHC paramparça edildi, liderlerinin çoğu tutuklandı, halk bütünlükle olağanüstü hal rejimine tabi tutuldu (1988’den başlayarak kısa aralıklarla toplam 29 ay halk bu rejimde yaşatılmıştı); seçim ertelendi; aynı zamanda Ermenilerin silahlanması ve harbe hazırlığı kolaylaştırılıyordu; halk içerisinde kuvvetler bir birine karşı koyuluyor, dışarda olan suçlu kendi aramızda aratılıyordu; böylece Azerbaycan bağımsızlık sürecine her yönü ile zayıf girdi.

Ama Olayların olumlu sonuçları da vardı: Bir kere halkı korkutup MAH’dan saptıramadı, bence, tam tersine Sovetler Birliği terkibinde bağımsızlığa inananlar da ‘’yeniden kurmanın bir yeniden kırma’’ olduğunu gördüler. Anlaşıldı ki, Moskova için milli liyakat, cumhuriyetlerin bağımsızlığı boş sözlerdir; halkda Sovyet ve Komünist Hakimiyetine karşı nefret gelişti, parti biletleri kütlevi sekilde yakıldı; Halk iktidar ve mühalefet ayrımı yapmadan bir araya geldi. Sokağa çıkma yasağına rağmen 2 milyonu aşkın kişi matem mitingine toplandı, 3 gün matem ilan edildi, 40 günlük genel grev başlatıltı; Azerbaycan Ali Sovyeti başkanının olağanüsü hale itirazı yayınlandı, onun kaldırılması ve ordunun çıkarılması için Ali Sovetin kararı alındı. Azerbaycan dünya kamuoyunun gündemine girdi, İran ve diğer Türk-müsülman devletlerden özellikle Türkiye’den manevi destekler (mühteşem Kayseri mitingi gibi) geldi, ilşkiler gelişti. Bir sözle Sovetler Birliği’nin dağılmasına çok büyük zarbe oldu.

Evet yaşam mücadeledir ve güçlüler kazanar. Hangi yönden olursa olsun, kendini geliştirecek ve güçlü olacaksın. Galiba biraz da kanımızda olan şiir ve mersiyeseverlikle biz bu olayı daha çok ‘’Ağla, karanfil, ağla’’ diyerek ağıt merasimine çevirdik. Oysa bu olay ‘’Ağ ayının’’ ağlamadan, sızlamadan anlamadığını bize anlatmalıydı. Bir Azeri ata sözü var, ‘’Yalvarmakla domuz darıdan çıkmaz’’. Şehitlerin kanı yerdeyken, olayın asıl suçluları cezalandırılmamışsa katillerin Azerbaycan’a ayak basması normal olamaz.

Bugün Azerbaycan çok zayıftır, ama ona hiç yakışmıyor diye düşünüyorum. Ben 1987-89 yıllarında Nahçıvan’da özellikle gençlerin kuş tüfenkleriyle Ermenilerle nasıl savaştığının, Rus tankının üzerine yürüdüğünün canlı şahidiyim; bu millet Nesimiler, Şıhlinski, Mehmandarov ve Hezi Aslanov gibi generaller, Hüseynbala ve Mehtiler yetiştirebilmişse mutlaka bir gün bu milletin genlerindeki kahramanlık, kan yaddaşlarındaki intigam hissi baş kaldıracak ve Ermeni dığalarını kendi topraklarından kovacak, inşallah “Karabağ yarasını” kesip atacak.

Dünyada devletler merak ve amaçlarına uygun kuruplaşmalar halindedir. Ama, kanaatımca, böyle bir kuruplaşmaya herkesten çok Türk topluluklarının ihtiyacı, hakkı ve imkanı var. Düşmanlarımız çok, hem de aşağı yukarı aynı, dil, kültür, örf-adet aynı, çoğrafi mekan elverişli. Ne kadar ki, birliyimiz yoktur, teker teker mücadele yapırık, bu işler o kadar zor olacak. Bu tür ulusal ve taleyüklü işler ‘’dostum-kardaşım’’ ilişkisinden ve ya hakimiyyetde olanların bir birine destek olmak gibi günübirlik siyasetten çok yüksekte, perspektifli, gençlere yönelik uzunvadili bir program olmalıdır diye düşünüyorum. (19 01 2000-ci yıl, Azerb. Kültür Derneyi Kayseri şübesi, 20 Ocak Bakü Katliamının 10 yıllığı münasebetiyle).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder